Güvercinin Ruhu şiirini okuduğumda içimde bir şeyler kırılıp döküldü, bir çocuk doğdu, birileri lotodan amorti tutturdu, diğerleri iki puanla derslerinden kaldı, direkten dönenler oldu, fırtınaya kapılanlar…
Kaçıp gitmek istemenin en yoğun hallerinden birini görüyoruz. Bir yakarış, bir dua. Köşeden döndüğümüzde, akşam haberlerinde, sesini bile duymadığımız çığlıklarda haksızlıklar filizleniyor. Acı çekmek artık bir alışkanlık haline geliyor. Azı değil.
Gidilecek yollar ne kadar belirsiz. Birini seçsek diğerinde aklımız kalır. Yol üstündeki duraklar da en az yollar kadar gizemli. Mutabık olduğumuz bir şey var. Varılacak yer belli: toprak olacak vücutlarımız. Ve her zaman ağır bir yük taşıyacağız sırtımızda. O yük ki bir el. Bizi sıkıca tutan. Uçmak istediğimizde yakamızdan kavrayan. Kimi zaman ise başımızı okşayan.
Bazı zamanlar olacak. Yaşamın bir nefesten ibaret olduğunu hatırladığımız. Güvercinlerin ruhunu vahşi hayvanların sofrasından çekip çıkardığımız. İç çektiğin zamanları düşün. Onlar gibi. Bazen ölesiye bıkkın ki parmak uçlarımızdan kayıp giden her şeyi hatırlarmışçasına, bazen fazlasıyla mutlu -kelimelerin anlamlarını yitirdiği vakitlerdeki gibi- kimi zaman yağmur altındaki çakıl taşlarına karışır gibi. Hala hayatta ve uğruna son nefesini verebileceğin bir şeyi bulmuş gibi… Sonra güvercinler uçuşacak. Kafes içindeki iniltiler birer şarkıya dönüşecek ruhları göğü kaplarken.
Onca çabanın anlamsızlaştığı, gözden sakınılanların belki de vücudumuza acımasızca yaralar açtığı, küçük ve basit anların büyük bir hınçla şimdiki zamanları baltaladığı zamanlar gelecek sonra. Oysa saçlarımızı yapmıştık, güzel elbiseler giyinip, hoş kokular sürünmüştük. Biraz sevip, çokça gülmüştük. Masada kimse kalmamış. Üstüne üstlük hesap bize yazılmış.
Evden ayrılan ilk çocuk gibi, büyük iş hanlarındaki pek de uğrak olmayan dükkanlar gibi, gidecek bir yeri kalmamış bir güvercin gibi…
Gizliden gizliye büyük ümitler beslemiştik. Bu sene hasat büyük olacaktı. Belki zamanımız vardır da önümüzdeki seneyi görürüz. Her şey daha güzel olur. Kim bilir önümüzdeki ayı zor çıkarırız. Nefesimiz yetmez takvim yapraklarını çevirmeye. Sağlık olsun. Güvercinlerin ruhu hâlâ dolanıyor aramızda. Bağırıyoruz adalet diye. Bağırıyoruz ki rahat uyuyabilelim, insanların yüzüne baktığımızda vicdanımız gönlümüze çivi çakmasın, güzel günler kalsın bizden geriye. Bağırıyoruz ki kül olmasın hayallerimiz, bir akşamüstü güneşi kemiklerimizi ısıtsın ve gözleri parlamaya devam etsin çocukların. Duyan olsa da olmasa da. Hep daha gür, hep daha istekli… Bekliyoruz, tüneller boyunca. Bekliyoruz, doğacak güneşi. Bekliyoruz, gelecek baharı. Çağırıyoruz sevgi dolu nehirleri, eski bir dostu görmüş gibi.
Ayberk Köklü
GÜVERCİNİN RUHU
Âh, bir güvercin gibi kanatlarım olsaydı
Uçar ve huzurlu olurdum
Çünkü şiddeti ve kavgaları gördüm
Bu dünyada çok acı çektim.
Bu dünya gebe ve haksızlık doğuruyor
Allah’ım, senin gücün ve senin huzurun dışında
Nereden sığınak bulurum?
Eğer şafağın rüzgarlarına asılsam ve denizin derinliklerinde yaşasam
Yine de elinin ağırlığını üzerimde hissederdim.
Beni kararsızlıkla sarhoş ettin
Senin yolların ne kadar gizemli
Senin yolların ne kadar gizemli.
Yüreğimin acısını söylüyorum
Ruhumun yakıcılığını söylüyorum
Sessizliğimi korurken, kemiklerim ufalıyor
Çünkü elinin ağırlığı üzerimde.
Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret
Çöldeki bir pelikan gibiyim
Ve bir serçe gibiyim, damda tek başına kalmış.
Dökülmüş su gibiyim
Ve ölüp gitmişler gibiyim
Ve ölümün gölgesi, gözkapaklarımı kaplıyor
Beni bırak, beni bırak; günlerim sadece bir nefes.
Beni bırak, yolculuğuma başlamadan önce geri dönüşü olmayan yere,
Ebedi karanlıklar ülkesine.
Allah’ım,
Güvercinin ruhunu vahşi hayvanlara emanet etme.
Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret
Değirmenlerin gürültüsü
Ve o acı dolu aylara
Ve çevremi saran neşeli şarkılar
Ve canlı ışıklar yitip gitti.
Ne mutlu, bu zamanda hasat yapanlara
Ve elleriyle başakları toplayabilene.
Çölde şarkı söyleyen ruhları dinleyelim
Âh edenlerin ve ellerini gökyüzüne açanların şarkısı, diyor ki:
“Eyvah, yaralarım ruhumu hissizleştirdi! “
Âh sen,
Beline kadar inen saçların dökülürken,
Kırmızı elbiseler giydiğin,
Altından mücevherler taktığın zamanları hep unuttun.
Gözlerine sürme çekerdin
Hatırla; kendini boşu boşuna güzelleştirirdin,
Çölde yalnız bir şarkı olduğun
Ve arkadaşların seni terk ettiği için.
Zaman akıyor ve öğlenin gölgeleri uzamaya başlıyor
Ve kuşlarla dolu bir kafes gibi,
Hayatımız da iniltiyle dolu.
İçimizde hiç kimse bilmiyor; ne kadar vakti kaldığını
Hasat zamanı geçti, yaz artık bitmek üzere
Ve bir kurtuluş bulamadık.
Güvercinler gibi bağrışıyoruz adalet için
Ama kimse duymuyor bizi.
Ve karanlıkta, ışığı bekliyoruz.
Ey sen, sevginin gücüyle taşan nehir
Bize doğru gel
Bize doğru gel.
Füruğ Ferruhzad

