
Herkeste derin izler bırakan bazı filmler vardır. İzledikten sonra bir daha eskisi gibi olmazsınız. Sahneleri hafızanıza kazınır, replikleri dilinize yapışır. Arkadaşlarınıza sürekli önerir, tekrar tekrar izler, her seferinde başka bir anlam keşfedersiniz. 1964 yapımı Zorba the Greek tam olarak böyle bir film. Anthony Quinn’in harika performansı ve filmin güçlü atmosferi, beni her izlediğimde çok etkiliyor. Filmdeki karakterleri ve temaları incelemeden önce hikâyeden kısaca bahsetmekte fayda var.
Giritli İnsanların Öyküsü
Film, Zorba’nın deyimiyle “Patron” lakaplı Basil karakteriyle başlar. Londra’dan Girit’e, babasından miras kalan bir madeni işletmek üzere yola çıkan bu genç yazar, limanda ilginç bir adam olan Alexis Zorba’yla tanışır. Zorba, konuşması ve derbeder görüntüsüne rağmen neşeli tavırlarıyla dikkat çeken bir adamdır. Yunan’dır ve Girit’i avucunun içi gibi bilir. Patron’a yardım edebileceğini, onun için çalışmak istediğini söyler. Patron, bu tuhaf adama güvenip güvenmemek konusunda kararsız olsa da, bölgeye yabancı olması ve Zorba’nın ikna edici konuşmasıyla bu teklifi kabul eder. İkili, Girit’in köyüne doğru yola çıkar. Film sadece Zorba ve Patron’un hikâyesini anlatmakla kalmaz, Yunan halkının toplumsal yapısını, din ve ahlakın insanlar üzerinde ne kadar etkili olup olmadığını da inceler.
Farklı Yaşayan, Farklı Hisseden Bir Adam: Alexis Zorba
Zorba bir keyif adamıdır. Salaş giyimi, umursamaz tavırları, anlık zevklerine düşkünlüğüyle “hedonist” bir figür gibi görünür. Fakat kimi zaman, sanki yılların bilgeliğini taşıyormuş gibi, basit ama sarsıcı cümlelerle insanı düşündürür. Bir sahnede, ortada hiçbir sebep yokken dans etmeye başlar. Adeta bir katarsis yaşar, sonrasında yorulup yere uzanır. Patron şaşırır ve niye bir anda dans etmeye başladığını sorar. Zorba’nın cevabı şu şekildedir:
“Bir adam dolduğunda ne yapabilir ki? İşte böyle patlar! Küçük oğlum Dimitri öldüğünde herkes ağlarken ben kalkıp dans etmeye başlamıştım. Dediler ki: ‘Zorba delirdi.’ Ama danstı… O acıyı bastıran tek şey, dans etmekti.”
Zorba’nın hayata bakış açısı yalnızca kişisel zevklere indirgenemez. O aynı zamanda savaşların anlamsızlığına, milletler arası nefretin körlüğüne karşı da oldukça eleştireldir. Eskiden tanımış olduğu bir Türk dostundan bahsettikten sonra Patron’un “Bir Türk mü? Ve sen, bir Yunanlı olarak ona inandın mı?” sorusuna çok öfkelenir ve şu sözleri söyler:
“Ülkem için yaptığım şeyleri sana söylesem, tüylerin diken diken olurdu. İnsanları öldürdüm, köyleri ateşe verdim, kadınların ırzına geçtim. Peki neden? Çünkü onlar Türk ya da Bulgardı. Ne aptalmışım!
Şimdi, bir adama baktığımda iyi veya kötü biri olduğunu söyleyebilmem için Yunan mıymış, Türk müymüş bilmem gerekmiyor. Yaşlandıkça bunu sorgulamaktan bile vazgeçtim. O iyiymiş, bu kötüymüş… Ne fark eder ki? Hepimizin sonu aynı: solucanlara yem olacağız.”

“Dindar” Toplumun Ahlaksızlıkları
Girit’in köy yaşamı, yüzeyde sakin ve geleneksel görünse de, altı bastırılmış arzular, kıskançlıklar ve ikiyüzlülüklerle doludur. Köydeki dul kadın, güzelliğiyle erkekler için elde edilemeyen arzu nesnesi, kadınlar içinse kıskançlık sebebidir. Patron, kadına bir insan olarak yaklaşan tek kişidir. Kadın zamanla Patron’a ilgi duyar, fakat Patron kendi hislerini bastırdığı için kadının ilgisine uzun süre karşılık vermez. Bu noktada Zorba, yine kendine has bir bakış açısıyla durumu yorumlar:
“Bir kadın yalnız yatıyorsa, bu bütün erkeklerin ayıbıdır. Tanrı’nın gönlü çok geniştir ama bir günah vardır ki asla bağışlamaz: Bir kadın bir erkeği yatağına çağırır da erkek gitmezse, bunun affı yoktur!”
Köy halkının bu bastırılmış yapısı ve ahlakçılığı, trajik bir sona yol açar. Patron ve dul kadın sonunda birlikte olur. Kadına saplantılı olan bir genç olayı öğrenince intihar eder. Bu olay, zaten içten içe linç etmeyi bekleyen kalabalığın fitilini ateşler. Kadın, ibadet etmek için gittiği kilisede köy halkı tarafından saldırıya uğrar. Zorba kadını kurtarır ama kalabalıktan biri, boşluktan yararlanıp onu öldürür. Aynı “dindar” insanlar, filmin devamında hastalığı sebebiyle ölen Madame Hortense’in otelini yağmalamaktan çekinmez. Film, dinlerin öğrettiği hoşgörü, barış ve kardeşlik gibi değerlere rağmen dindar geçinen insanların ahlaksızlığına vurgu yapar.
İplerimizden Kopuş ve Özgürlük
Filmin sonunda, Patron ve Zorba’nın büyük umutlarla kurdukları maden düzeneği yerle bir olur. Patron için bu durum yıkıcı bir başarısızlıktır. Fakat Zorba için değil. Onun hayat anlayışında maddi kayıplar gelip geçicidir. Gülümseyerek şöyle der:
“Bak Patron! Seni çok seviyorum ve söylemeden edemeyeceğim. Bir şeyin dışında her şeye sahipsin: delilik! İnsan arada çılgınca şeyler yapmalı, yoksa iplerinden asla kurtulup özgür olamaz.”
Bu sözler, Patron’da bir kırılma yaratır: Kayıplarla, hayal kırıklıklarıyla yaşamak, ama yine de dans etmeye devam edebilmek. Artık Zorba’nın neden “dolduğunda” dans ettiğini anlamıştır. Zorba’dan kendisine dans etmeyi öğretmesini ister. Sonrasında unutulmaz olan o sahne gelir: Arka planda geleneksel Yunan müziği “Sirtaki” çalmaya başlar. Patron ve Zorba, birlikte dans ederler. Zorba, madenin enkazına işaret ederek sorar:
“Hey Patron, bundan daha muhteşem bir çöküş görmüş müydün?”
İki adam, tüm emeklerinin boşa gittiği bir günün sonunda, hayata dair en büyük dersi öğrenmişçesine kahkahalarla gülerler. Film burada biter, ama Zorba’nın ruhu izleyicinin içinde bir yerlerde dans etmeye devam eder.
