Bazı kitapların isimleri, henüz okumadan okuyucusuna bir şeyler fısıldar; kendine çeken bir büyüsü vardır. Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ü de bu kitaplar arasında.
Latife Tekin’in bir söyleşisini dinleme fırsatı bulmuştum. Sevgili Arsız Ölüm’den bahsetmekten çok hoşlanmadığını hatırlıyorum. Herhangi bir dayanağım olmamakla birlikte gerçek bir yaşam öyküsü olabileceğini seziyorum. Bunu dememin sebebi, yazarın hayatına magazinsel bir bakış katmak değil elbette. Bu topraklarda doğup büyümüş her insanın az çok şahit olabileceği bir hikâye bu. Keşke kadınların ve kız çocuklarının kendi kararlarını verebildiği bir dünyada yaşasak da tüm bu anlatılanlar bir distopyanın parçası olarak kalsa.
Sevgili Arsız Ölüm, şüphesiz hiçbir tanıma sığmayacak kadar büyülü ve dönemi için epey yenilikçi bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Karakterlerine baktığımda ana karakteri bulamıyorum. Bu, gelin gittiği köye attığı ilk adımdan itibaren etiketlenen ve etiketinden sıyrılmaya çalışan Atiye’nin öyküsü mü? Yoksa henüz doğmadan cinci hocalar tarafından işaretlenip lanetlenen, türlü ihmallerle yetenekleri görmezden gelinmiş ve yaşama dört elle tutunmaya çalışan Dirmit’in öyküsü mü? Köyden kente göçen, her karakteri ayrı bir dünya olan ailenin öyküsü diyebilir miyiz? Daha nicesini diyebiliriz.
Kitapta bazı temalar özellikle göze çarpıyor: cahillik, fakirlik, göç, cinsiyet eşitsizliği, sosyal normlar…
Biraz daha derine inecek olursak; ailenin babası Huvat, Alacüvek Köyü’nün önde gelen nüfuzlu insanlarından biridir. Köyden şehre seyahatleriyle tanırız onu. Köye dönüşlerinde “yenilikleriyle” gelir. Köy halkı bunları “gavur icadı” olarak yorumlar. Huvat’ın eşi Atiye de bu gavur icatlarından biridir. İlk günden beri ayıplanır. Atiye, Dirmit adında bir kız çocuğu dünyaya getirir. Dirmit daha doğmadan cinci hoca, Atiye’ye bu çocuğun “farklı” ve uğursuz biri olacağını söyler. Dirmit’in tüm yaşadıkları bu perdenin arkasına saklanır. Roman boyunca Dirmit; toplumla, ailesiyle, kadınlığıyla var olma mücadelesi verir. Ailesi, özellikle de annesi ile yaşadığı çatışmalarda derdini anlatmaya ihtiyacı vardır. Tulumbaya, rüzgâra, güle anlatır derdini. Aile köyden kente göç eder. Ailenin büyük oğlu Halit, Zekiye ile evlendirilir. Zekiye geleneksel bir kadındır; yemek yapar, eve bakar, sessizdir. Halit’le olan ilişkisi gönülsüz başlamıştır. Zekiye, Dirmit’in yapmak istediklerine bir türlü akıl sır erdiremez. Huvat eskisi gibi bir işte çalışmaz; artık çocukların çalışmasını ister. Evin en büyük oğlu Halit çalışmak istemez. Çalışmaya hevesli olan tek kişi Seyit’tir. Şehirde kendini bulmaya çalışır ve eve ekmek getirmeye başlar. Kavgacı bir kişiliğe bürünür; otoriterdir ve Dirmit’in var olma mücadelesine karşıdır. Büyük abla Nuğber ise evlendirilmeye çalışılan genç kızdır. “Evde kalmasından” korkulur. Oğulların en küçüğü Mahmut ile Dirmit okula giderler. Dirmit, okulda başarılıdır. Eli kalem tutar. Konuşacak kimseyi bulamazsa şiir yazar. Bu durum da ailesi tarafından kabul görmez. Başına ne gelirse gelsin hep bir umut ışığı arar kendine karanlıktan kurtulmak için. Mahmut okumak istemez ve çeşitli işlerde çalışır, gitarla ilgilenir. Gitarcı olması annesinin korktuğu bir durumdur. Çocuklarının çalışmasını fırsat bilen Huvat kendini iyice geri çeker, elinde dini kitaplarla dolaşır. Atiye sürekli öleceğini ilan eder ama ölmez. Her şeyin çözümünü sihir, büyü, kurşun dökme gibi yollarla halletmeye çalışır. Oğlu Halit’e de karısına yakınlaşması için büyü yapar. Atiye en sonunda Azrail ile bile kavga hâlindedir, ailesinin gelecekteki hâlini görmek için Azrail ile pazarlık yapar. Annesi öldükten sonra Dirmit, duvardaki karanfil aracılığıyla annesinden haber alır. Tanrı onu cezalandırmış, zebaniler tarafından dövülmüştür.
Romanı okurken cinler, periler, büyüler havada uçuşur; konuşan tulumba bile vardır! “Büyülü gerçekçilik” tam da bu yüzden sevdiğim bir tanım. Karakterlerinin ruhsal dünyasını, zamanı, mekânı, yeri detaylı şekilde aktarmaz. Eserin yaslandığı neden-sonuç ilişkilerini önemsemeyen, gerçekliği kaba hatlarıyla yansıtmaktan kaçınan kurgulama mantığıyla uyumluluk arz eder; diğer yandan da Tekin’in kişisel dünyasını resmeder. Kendisiyle yapılan bir röportajda, eserlerindeki mekân belirsizliğinin, kendisinin içsel bir durumu olduğunu söyler (Avcı, 1992, 72–73). Anlatımı gerçekten masalsı ve konuşma dilindedir. Seyit Battal Uğurlu’ya göre bu anlatım Dede Korkut Destanları’nın anlatım şeklidir. Sevgili Arsız Ölüm’ün bir damarı da “Bamsı Beyrek,” “Deli Dumrul,” “Boğaç Han”, “Tepegöz” hikâyelerinden beslenir. Tekin, klasik romanın yansıtmak istediği dünya algısına denk düşmediğini kabul eder ve çabasını, “kendi halk edebiyatımızı, kültürümüzü temel alarak yeni bir biçim geliştirme” (Sezer 2002, 18) olarak nitelendirir. Eserdeki fantezi öğeleri, anılan hikâyelerde geçen bu türden öğelerin yeniden ama Tekin’in üslûbuyla yazılmasından ibarettir (Aslan, 2005). Yazıldığı dönem açısından 80 sonrası postmodern romanın Türk edebiyatına giriş dönemine denk gelir. Anlatımı çok özgün; kesinlikle sadece üslubu için bile okunabilir. Hatta karanlık arka planına rağmen yer yer kıkırdamak bile mümkün.
Bitmedi!
Nezaket Erden, “Sevgili Arsız Ölüm: Dirmit” adıyla tiyatro sahnesine taşımış. Geçtiğimiz Mayıs ayında Ses Tiyatrosu’nda izleme fırsatı buldum. Dirmit; kitap boyunca hâline acıdığım, bağrıma basmak istediğim bir karakterdi. Oyun da bu karakterin romandaki olay örgüsünü anlatıyor aslında. Nezaket Erden’in bu oyunu sahneleyebilmek için Latife Tekin’in onayını alması epey sürmüş. Oyundan önce kitabı okumuş biri olarak gözyaşlarıyla izleyeceğimi düşünmüştüm. Elbette öyle de oldu; ama bunun yanında romanın anlatımı hiç bozulmamış, sanki senaryoyu Latife Tekin yazmış gibiydi. Senaryonun romandan ayrıştığı bir yer gözüme çarpmadı. Nezaket Erden’in hayran olunası tek kişilik performansıyla tüm salonun gözyaşlarına boğulup çok geçmeden kahkahalarla güldüğü, çok keyifli bir oyundu. Hem gerçeklerle yüzleştik hem de kahkahanın hayatın bir parçası olduğu farkındalığına eriştik. Henüz sahnelenmesi bitmemişken kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum.
Son olarak:
“Kır gönlünün zincirlerini
Neşe, mutluluklar senin olsun
Senin, benim olsun, bizim olsun
Unut acıları, dünün olsun
Gün bugündür, bugün
Ne dün ne yarın
Sev gönülden bu hayatı
Sev, bizim olsun.”

